07 Eylül, 2012

{ "Toplu" Taşıma }

Şimdiye kadar pek çok skece konu olmuş bir konudur aslında toplu taşıma. Neredeyse hepsine binmiş biri olarak gözlemlerimi sizinle paylaşmak benim için bir zevk olacak. Öyle ki metrobüs, metro, tramvay, vapur, otobüs derken bu işin piri olduğumu hissetmeye başladım.
 
Otobüslerden başlayayım. Bu yaz staja gidip gelmek için kullanmak zorunda olduğum belediye otobüsleri hayatıma çok şey kattı diyebilirim. İlk başta alışması çok zor oldu ama zamanla kavradım olayı. Yapmak gereken otobüse adım atıp akbili bastığınız andan itibaren ineceğin kapıya en yakın ve şuan bulunduğun yerden de en kısa sürede ulaşabileceğin yeri kapmak. Neden mi bunu yapmak zorundayız? Çünkü otobüse adımını attığını gören şoför o anda gaza basar ve sen öylece çaresizce bir o yana bir bu yana savrulursun. Ama başta bahsettiğim hesabı bu esnada yapamazsan da ortada kalırsın ve korkarım inişin geç olabilir, çünkü otobüs uçar hızla giderken değil kapıya yaklaşmak yerinden kalkmak bile neredeyse imkansız. (Bkz. Eylemsizlik Kuvveti). Kısacası çözülmeyi bekleyen adeta bir geometri, matematik karmaşasıdır otobüsler. Sanmayın ki sadece inmesi zor. Binmesi ayrı dert inmesi ayrı. Binişi de kısaca şöyle anlatayım. Tam durağında beklersin ileride durur, ileride beklersin geride durur. Nitekim şoförün seni koşturmaktan zevk aldığı bir garip oyundur halk otobüsleri :)
 
Vapurlara gelelim.
Bunu belirleyen temel etken ise bizleriz, yani yolcular. İskelede beklerken vapur ufukta görünür görünmez yer stratejisi yapmaya başlarız. “Üste mi oturalım? Yok şimdi yukarısı eser, kapalıya oturalım. Orası da hemen dolar.İyisi mi kim önce girerse diğeri onu takip etsin.” nidalarıyla vapur nihayet yaklaşır yolcularını boşaltırken yeni yolcular ise sabırsızlıkla kapıların açılmasını bekler. Koştura koştura binilir. İnişe 10 dk kala kapılara yaklaşılır, bir kuyruk oluşturulur. O kalabalığa girmek istemeyenler ise normal kurallara uyarak vapur iskeleye yanaştığında kalkarlar yerlerinden ve usulca vapurdan iner giderler. Bazılarıysa vapur yaklaşıp henüz yanaşmaya çalışırken 1 dk’nın hesabını yaparak o daha yanaşmadan iskeleye atlarlar. Daha önce hiç denemediğim için bilemeyeceğim ama herhalde adrenalini çok sevdiklerinden. 
 
Bir başka araç: Metrolar. İyidir, güzeldir, sakindir, serindir. En azından şimdiye kadar benim bindiklerim öyle. Öyle de kalması ümidiyle…

Tramvaylar için ne desem bilmiyorum. Yazın sıcağında hele ki kalabalık bir saate denk geldiyseniz tam bir işkence. "Toplu" taşımanın hakkını veriyorlar. Bizse ne yazık ki gitmek istediğimiz yere ulaşmak için “Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldır” misali sabrediyoruz.  
 
Bazen biraz daha para vereyim ama rahat edeyim diye taksileri tercih etmek istiyoruz. Ama ya kısa mesafe diye almıyorlar ya o cadde tıkalıdır deyip gitmiyorlar, eğer mevsim kışsa da ara sokaklarda kar vardır deyip girmiyorlar. Halbuki bizim için o mesafe yazın güneş tepedeyken kışınsa ayazda hiç de kısa ve kolay değildir. Hiç unutmuyorum karlı bir kış taksiye binmiştik ve taksi ara sokaklarda yerler karlı, kapalı diyerek bizi ana caddenin ortasında bırakmıştı. Bilin bakalım ne oldu? Ara sokaklarda araç yolları gayet açıktı ama yaya yolları buzlu ve kaygan olduğundan bizim için bayırlardan inmek hiç kolay olmadı. Buradan o şoföre seslenmek istiyorum: Nasıl bir vicdandır sendeki ey taksici?
 
“Metrobüs” konusuna buraya sığdıramayacağım için hiç değinmedim, onunla ilgili ayrı bir yazı yazmayı planlıyorum ;) Şimdilik taşıma araçlarından aktaracaklarım bu kadar. 

1 yorum: